17 Mayıs 2012 Perşembe

FOSİL KALINTILARI

                                                        FOSİL KALINTILARI                                                                                                                       Tortul kayaların ağır ağır gelişen birikimi, birçok türü yüzyıllardan bu yana dünya yüzünden silinmiş canlı organizmaların sayısız kalıntı ve izlerinin korunmasını sağlamıştır. Yeryüzünde yaşamın evrimine tanıklık eden bu kalıntılara fosil adı verilir. Fosillerin incelenmesi çok eskilere uzanır. Çünkü fosiller, yeryüzünün jeolojik ve biyolojik tarihiyle ve canlı organizmaların evriminin dayandığı ilkelerle ilgili önemli ipuçlarını sağlarlar.
Birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış iki tür fosil vardır: Bitki fosilleri ve hayvan fosilleri. Bitki fosillerine ender rastlanır ve incelenmeleri, jeoloji açısından, hayvan kalıntılarınınki gibi büyük önem taşımaz. Bitki fosillerinin başlıca önemi, bir zamanlar çokça görülen ama çok eski çağlardan beri de dünya yüzünden silinmiş yaşam biçimlerine özgü çevrelerin yeniden tasarlanmasını sağlamalarıdır.
“Fosil” teriminin tam bir karşılığını saptamak güçtür. Bir fosil, en iyi yaklaşımla, bugün soyu genellikle tükenmiş bir türden olan ve genellikle eski bir tortul kayanın içinde saklı bulunan canlı bir organizmanın bedeninin az yada çok taşlaşmış kalıntıları olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte, günümüzde yaşayan bazı organizmalarda fosilleri bulunan türlerdendir. Dünyada geçtiğimiz 600 milyon yılın tarihi, çok sayıda iyi korunmuş organik kalıntılarla açıkça ortaya konmuştur.

YAŞAYAN FOSİLLER, MUMYALAR VE KABUKLAŞMALAR
Petrol birikintilerinin en son oluşmuşları bile en az birkaç milyon yaşındadır. Sonradan bu değerli ürünü oluşturmuş olan organik maddeler, o günden bu yana, deniz tortullarının onları oldukları yere mıhlayan kayalar tarafından tecrit edilmiş ve büyük derinliklerde santimetrekareye tonlarca ağırlıkta basınçlarla ezilmiş halde sürekli olarak kapalı kalmışlardır. Gene de, birikintilerin ilk olarak oluştuğu o uzak dönemden kalan ve ham petrol kitlesi içinde engel tanımaksızın kendilerini yeniden üreten bazı bakteriler, yaşamlarını sürdürmeyi başarmış olabilirler. Bunlar, canlı fosillerin olağanüstü örnekleridir. Işık ve havadan yoksun olarak petrolün yeraltındaki dünyasında yaşamlarını sürdürmüş olan bu organizmalara, gerçekleri yansıtan başka bir ad bulmak çok güçtür. Bununla birlikte, bazı bilim adamları, bu bakterilerin, sondaj sırasında ham petrolün içine girmiş yeni organizmalar olduklarını ileri sürmektedirler.
En eski dönemlerden bu yana, nerdeyse fark edilemeyecek derecede az bir evrim geçiren ve bugün hâlâ, tıpkı yüz milyonlarca yıl önce yaşamış türlere benzeyen hayvan ve bitki türlerini de, yaşayan fosiller olarak tanımlamak akla yakın olabilir. Ginkgo, Metasequoia, Latimeria, Neotrigonia ve Lingula bugün, kökenleri Üçüncü zamana kadar uzanan ve tortullarda bulunmuş fosillere tıpatıp benzeyen yaşayan tiplerdir. O halde bu türler de, petrol bakterilerininki kadar haklı olmasa da, yaşayan fosiller sınıfına sokulabilir. Bu yüzden, bakterilere bir fosil türünün korunmasının en yüksek derecesi gözüyle bakılabilir.
Mumyalaşma, yaşayan bir organizmanın korunmasının daha aşağı bir derecesidir. Bir organizmanın kalıntılarının mumyalaşma ile korunabilmesinin birçok yolu vardır. Bu korunma tipinin en yüksek biçimi, donma yoluyla olanıdır. Alaska ve Sibirya buzulları bazen, o bölgelerden en az on bin yıl önce kaybolmuş mamutların ya da Buzul çağı fillerinin kusursuzca korunmuş bedenlerini salıverir. Mumyalaşma, ölü bir organizmanın atmosfer oksijenini hemen dışarıda bırakıp, böylece ayrıştırıcı mikroorganizmaların çoğalmasını önleyen bir madde içine kapanmasıyla da gerçekleşebilir. Karpatlar’daki Starunia’da pek çok organizmanın kalıntılarını örtüp, kusursuz biçimde mumyalaştıran büyük ölçüde asfalt kapsamlı kayalar vardır. Buna başka bir örnek olarak, eski Mısırlıların ceset mumyalama yöntemlerini gösterebiliriz. Söz konusu yöntemler, bol miktarda yağ kullanılması etkisi, doğal asfaltınkine benzer temeline dayanıyordu, ölümlerinden hemen sonra silisle çevreleri sarılan yada sıcak kaplıcalardan hızla çökelmiş silisin içinde kalarak ölen çok küçük organizmalarda da bir mumyalaşma görülür. Ancak, bu yolla oluşan fosilleri ilkel biçimlerinde yeniden kurabilmek için çıkartabilmek, oldukça güçtür.

FOSİL BİLİMİ
Fosil bilimi olan paleontoloji, ekoloji, zooloji ve botanik alanlarında da uygulanabilir. Paleontoloji uzmanlarının çoğunun ilgi duyduğu alanlar, çoğunlukla, jeoloji yada biyolojiye ilişkin dallara girmektedir. Her kaya yatağının kendine özgü fosilleri kapsadığının ve dikey olarak, temelden tavana kadar birbirini izleyen yataklarda, her yatağa özgü ayrı fosiller bulunduğunun anlaşılmasından sonra, kayaç tabakaları üstündeki çalışmalar büyük ölçüde gelişmiştir. Fosillere hemen her yerde rastlanması ve birçok müzede önemli koleksiyonlar bulunması, amatör paleontolojiyi hoş bir boş vakit geçirme yolu haline getirmiştir.

MİKROPALEONTOLOJİ
Mikroskobik fosiller üstünde çalışmalar yapma, paleontolojinin bölümlerinden biridir. Mikroskobik fosiller, örneklerin boyutları açısından, örnekleri hazırlama ve inceleme yöntemleri açısından ve tabaka-bilim (stratigrafi) ile petrol jeolojisinde mikropaleontolojinin yaygın kullanımı açısından, farklılık gösterirler. Bazı mikrofosiller, üyeleri tipik derecede küçük olan gruplara girerken, ötekiler daha büyük bitki yada hayvanların parçalarıdır. Bu kategoriye fosil sporlar ve çiçektozları, yumuşakçaların embriyonsu kabukları, küçük balıkların pulları, dişleri ve kulak kemikleri, deniz hıyarlarının iskeletsi levhaları girer. Kaya örneklerinde yüzlerce yada binlerce mikrofosil toplanır. Bazen kaya örneği, çok küçük parçacıklar haline gelmiş olabilir. Bu durumda mikrofosiller, örneğin kalıntılarından
toplanır. Bazen de mikrofosiller, onları yukarı doğru kaldıran, ama matrisi etkilemeyecek biçimde belirli bir özgül ağırlığı olan bir sıvı aracılığıyla dışarı atılırlar. Mikrofosillerin çoğunun incelenmesinde, örnekleri 10 -100 kez büyüten geniş alanlı bir stereoskopik mikroskop kullanılır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder